Evet efendim, lig bitti, şampiyondur, ikincidir, küme düşenidir hepsi belli oldu. Bu süre içerisinde bu satırların yazarı bendeniz birkaç kez Fenerbahçe, bir o kadar kez Galatasaray, mebzul miktarda Beşiktaş ve Trabzonspor, eser miktarda da diğer takımların düşmanı ilân edildim. Zaten bizim memlekette öyledir. Köşeciyseniz sakın tarafsız olmayı denemeyin. Bir takımı tutun ve onun fanatiği olun. O takımın taraftarları sizi sevecek ve her konuda haklı olduğunuzu düşünecektir. Kalanları ise nefret edecektir, ama olsun. Taraf tutmazsanız on sekiz takımın taraftarı da sizden tiksinir, ilkokulda çeşitli vücut salgılarını sıraya sıvaştıran çocuktan bile daha az popüler olursunuz. Beni dinleyin, medyacı olacaksanız fanatik olun, öbür türlü perişan olursunuz.
Neyse, bu sezonu tek parça tamamladığıma göre durum o kadar da kötü değil. Lig bitti, demek ki daha önemli meselelerle ilgilenebiliriz. Zaten size ne zamandır açılmak istiyordum bir konuda.
Sevgili okuyucu, Tsubasa ne acayip bir şeydir yahu!
Sanki ufakken bu Japon futbol çizgi filmini feci dublajıyla beraber yüz elli kez izlememişim gibi, oturdum bu kez de orijinal seslendirmeli hâline sardırdım. Her gece gözlerim pörtleyene kadar Tsubasa-kun ve Nankatsu futbol kulübündeki kankalarını izliyorum. En son Trabzonspor-Karabükspor maçında Brozek kardeşleri Taçibana kardeşler zannettim, milli takım kadrosunda Misaki yok diye Hiddink’e bozuk çaldım, Beşiktaş’a ön libero olarak İşizaki’yi önerdim. Kafa fena gitti, bildiğiniz gibi değil.
Şimdi izninizle bir karakter analizi yapacağım ki sizin de kafanız benimki gibi olsun. Yorumlarınızı yazarsanız, bu güzelliği (kafa açısından) paylaşabiliriz diye umuyorum.
Tsubasa Oozora: Şimdi efendim, bu Tsubasa dediğimiz, öteden beri topa heves etmiş ama biraz fazla mütevazi bir kardeşimizdir. Zaten bütün dizi bu arkadaşın karakter dalgalanmalarıyla, bir de körling rinki uzunluğundaki top sahasında koşuşturmasıyla geçiyor. Bipolar mıdır nedir, çocuk bir mütevazilikten kırılıyor, bir ?ben tek, siz hepiniz? moduna giriyor. Aynı şekilde rakipleri de bir tuhaf. Her bölüm ?Tsubasa Oozora, sen mi büyüksün ben mi? diye başlıyorlar, ne hikmetse karşılıklı iki forvet maç boyu yüz elli kez karşı karşıya geliyor, sonra Tsubasa bir şekilde kazanıyor. Sonra ne oluyorsa, o maç boyunca ?Tsubasa seni Ayşekadın fasülye gibi ortadan ikiye kırıciim? diye koşturan hasım, dümeni ?büyük adammışsın Tsubasa, helal olsun?a kırıyor. Ardından bir bakmışsın, bir sonraki bölüm o eleman Nankatsu’ya katılmış. Hüllenin, şaibeli transferin haddi hesabı yok. Nankatsu bir sezonda bütün ligi yutuyor. Zaten senaristler de bir noktadan sonra bunun biraz tuhaf olduğunu fark edip takımı milli takıma çeviriyor. Haydi yemiş olalım…
Bir de bu Tsubasa’nın yavuklusu Sanae var ama kendisindeki Nancy Spungenvari groupie eğilimlerini beğenmediğim için yazmayacağım.
Ryo İşizaki: Bu İşizaki dediğimiz üç numara traşlı kardeşimiz, ilk bölümde Nankatsu’nun kaptanı olarak karşımıza çıkıyor. Zaten Tsubasa’yı takıma getiren de o. Başta ?sen de şöyle bir kenarda durursun? muamelesi çektiği Tsubasa kıymete binince, bir de az sonra anlatacağım kaleci Vakabayaşi takıma gelince İşizaki bir pısırıklaşıyor, bir geri plana çekiliyor, görmeyin. Dizide herkes bipolar zaten de, bunun olayı bambaşka. İlk bölümün sonunda liderlik vasıflarını ameliyatla aldırıyor resmen. Ama faydalı ön liberodur, öyle tüm takımın yaptığı gibi rakibe eskortluk yapmaz, çift dalar, kafaya çıkar. Severiz…
Genzo Vakabayaşi: ?Şapkasız çıkmam abi? ekolünden yetişme kaleci Vakabayaşi, Tsubasa’ya meydan okuyan ilk arkadaşımız olarak dikkatleri çeker. Ancak Tsubasa’dan gol yenince, o da aydınlanma yaşar ve Nankatsu’ya katılır. Bir süre Nankatsu’da kaptanlığı götüren Vakabayaşi, sakatlanınca pazubandı Tsubasa’ya verir, sonrasında da Almanya’ya transfer olur. Ne hikmetse Japonya Milli Takımı’na karşı forma giymişliği vardır. Dizide Tsubasa dışında karizma sahibi nadir adamlardandır.
Roberto Hongo: Son derece acayip bir göz rahatsızlığı nedeniyle futbolu bırakmak zorunda kalan Brezilyalı Roberto Hongo, Tsubasa’nın babasının arkadaşıdır. Nedense hep pardesüyle ve balıkçı şapkasıyla gezer. Açık söyleyeyim benim çocuğumun yanında o kıyafetle bir adam görsem doğrudan ?hanım tüfeğimi getir? moduna geçerim, ne öyle, bir elma şekeri eksik elinde. Neyse efendim, bu Roberto, Tsubasa ve arkadaşlarını görür görmez kanı kaynar, hocalık yapmaya başlar. Tsubasa’yı adam etmek hayattaki en büyük tutkusu hâline gelir, Brezilya’ya dönünce de durmadan mektuplar filan yazar, yanına aldırmaya çalışır (hanım, tüfek!). İnsanı biraz işkillendirmekle beraber iyi hocadır. Barcelona’da Guardiola’nın başarısını ısrarla Cruyff’a mal etmeye çalışanlar hiç uğraşmasınlar, Barça stili paslı futbolu bulan bu adamdır. Üstelik Pep ve Cruyff’tan farklı olarak Roberto havada bir buçuk dakika asılı kalmayı (ki Tsubasa’da oyuncular havada asılı kalmakla yetinmez, bir de sohbet ederler), yüz metrelik sahada bir buçuk kilometre top sürmeyi öğretmiştir. Bir de şöyle leylek gibi durup yaptığı bir vuruş var, top altın çilek formunu alıp türlü hastalığa deva oluyor vs., of of, hiç anlatmayayım… Sürreel adamdır Roberto…
Kazuo ve Masao Taçibana biraderler: ?Yeteneksiz misiniz Japonya?? programının üçüncü sezonunda alevli meyveyi tepsisiyle yiyip bütün geri çıkaran adamın arkasından ikinci olan bu arkadaşlar, bizim Brozek biraderler gibi farklı mevkilerde faaliyet gösterirler. Ama Brozek’lerden -ve dünyadaki bütün diğer insanlardan- farklı olarak, birbirlerinin üstüne basarak yerden bir on-on beş metre yükselme yetenekleri de vardır. Nankatsu saflarına Medrano Sirki’nden katılan Taçibana kardeşler, dizide zaten uçmayana kız verilmediği için biraz gölgede kalmışlardır.
Hiroşi Jito: Aslında yazı Orhun Yazıtları’na döndü, bağlamam lazım ama Jito’dan mutlaka bahsetmem lazım. Bu Jito aslında bildiğin zorba, hani ecnebilerin ?bully? dediği bir arkadaşımız. Sokakta çocukları döver, kırar, büker, ağlatır, paralarını filan alır, öyle bir adam. Boy üç metreye yakın, en desen sekoya ağacı tadında, yaş otuz-otuz beş aralığında. Ne hikmetse bir gün Tsubasa ve arkadaşlarını dövmeye heves edip ilköğretim okulları seviyesinde futbola başlar, aynı gün vahiyle futbol bilgisi iner kendisine ve bir bakmışsın Japonya Milli Takımı’nın stoperi olmuş. İlk göründüğü bölümde forvetti bu arada… Her bölüm yeni bir olayı var bu arkadaşın da…
Taro Misaki: Bu da ilginç bir genç. Babası ressam, o yüzden sürekli tayini çıkıyor (Japonya’da öyle herhalde, ben de bilemedim, resim öğretmenidir belki). Her gittiği yerde top oynuyor, ilk bölüm ?ben futbol sayesinde her yerde arkadaş edinirim? diyor ama her göründüğü bölüm buna diş bileyen birileri var. Mesele Fransa kaptanı, Misaki’ye resmen sokakta girişiyor. Futbol yüzünden başına gelmeyen kalmıyor özetle. Bir de tabii efsanevi adaptasyonu var. FM diliyle konuşursak, adaptasyon 20 üzerinden 550 civarı. Sahaya koyduğun an oynamaya başlıyor, ister yağmur çamur, ister yerçekimsiz ortam, ister çöl gezegeni Dune. Hiç fark etmiyor. Uyumlu çocuk. Biraz Burak Yılmaz’ın post-Şenol Güneş dönemi havası var, ama daha hiç ?anneeeeeeaaa? diye bağırmadı. Japonya’da ayıptır belki…
Diğerleri: Aslında hepsini tek tek anlatmak lazım ama çok var, insanlar koca koca internet siteleri açıyor bu iş için. Ne gücüm yeter, ne yerim. Uzun saçlı kaleci Vakaşimazu, ?yağlı eldiven? Morisaki, kalp hastası Mitsugi, aşk uğruna başına neler gelmeyen Matsuyama, rakipler Schneider, Napoelon ve daha neler. 1994 Dünya Kupası’nın en çılgın golünü atan Suudi Al-Owairan bile Mark (!) adıyla diziyle uyarlandı, ne diyorsunuz!?
Özetle Tsubasa acayip bir dünyadır, kelimeler yetmez. Yalnız tekrar seyredince bizim futbol dünyasının neden bu kadar tuhaf olduğunu anlıyorum. Maç başına beş milyon kilometre yol yapan, havada çay içip sohbet eden, üçlü axel, beşli salchow yaptıktan sonra topa vuran adamları izleyerek büyümüşüz. Aramızdan ?Raul futbolcu değil? ya da ?Ancelotti bana hikaye anlatmasın? diyen insanlar çıkmasına şaşırmamak lazım.
Bir de bunu ne olur izleyin:
İlk Yorumu Siz Yapın