Türkiye, 31 Mayıs?tan beri büyük bir siyasi kırılmayı yaşadı, yaşamaya da devam edecek. Halkın belki de 1 Mayıs 1977?den beri ilk kez kitlesel olarak politize olmasıyla kabaca ?12 Eylül dönemi? olarak adlandırabileceğimiz bir siyasal etki alanı, neyse ki, geride kaldı. Pek çoklarının pek çok kez dediği gibi ?bundan sonra hiçbir şey aynı olmayacak?.
Diğer taraftan Türkiye?nin şu an yaşadıkları yakın zamanda bir yere bağlanacakmış gibi de durmuyor. Başbakan kendisine oy vermeyenlerin güvenini tamamen kaybetmiş olsa da hâlâ ülkenin en popüler siyasetçisi ve mevcut siyasi sistem ve profil içerisinden bir çözüm çıkması neredeyse imkansız. Toplum Erdoğan?ı çok sevenler ve nefret edenler olarak ikiye bölünmüş durumda ve Erdoğan bu iki kesimden yalnızca birinin varlığını kabul ediyor. Bunun kısa sürede sağlıklı bir şeye evrilmesi de, değişmesi de mümkün gözükmüyor. Bunun anlamı, şu an yaşadığımız olağanüstü zamanların olağanlaşması olabilir.
Türkiye?de 12 Eylül?le hakim kılınan siyasi sistem küçük partilerin/yapıların yok edilmesi üzerine kurulu. Parlamenter sistem güçlü bir ya da iki siyasi partinin tüm siyasi alanı domine etmesi diğerlerinin ?kalabalık etmemesi? için dizayn edilmiş. Var olan yasal çerçeve, büyük partileri sürekli güçlendirirken küçükleri sürekli eziyor. Baraj sisteminden seçim yardımlarına kadar bu böyle. Oysa bu Türkiye için hiç de sağlıklı değil. Sürekli demokrasiden otokrasiye geçiş riskini beraberinde getiriyor.
Türkiye, siyasi kültür açısından ?tek adam?lığa çok müsait bir ülke. Bunun dini, ideolojik ve toplumsal psikolojik nedenleri var. Kaba taslak ifade etmek gerekirse Türkiye toplumu ?baba sorunları? olan bir toplum. En sağından en soluna (Türkeş?ten Stalin?e) siyasal yapıları baba figürleriyle hesaplaşma problemleri var. Kitleler de sürekli bir baba arayışında. Demirel, Özal ve Erdoğan gibi figürlerin popülerleşmesinde bunun etkisinin olmadığını söylemek çok zor. Ve hemen her baba figürü gibi, Türkiye?nin ?baba?ları da otoritenin ölçüsünü kaçırmaya oldukça teşneler. Siyasi sistem de onların ?baba? ünvanını kalıcılaştırmaya uygun olunca Türkiye?de sürekli bir otokrasiye meyletme problemi oluyor. Şu anda denklem dışında kalmış gözüken askeri darbeler de bunun bir parçası sayılabilir ama konjonktür itibarıyla onu hesaba katmayacağım.
Türkiye?de hakim olan ?güçlü iktidar? takıntısının kırılmadan ve yeni baba figürlerinin ortaya çıkışının önü kesilmeden şu anki sıkıntı hâlinin ortadan kalkabileceğini sanmıyorum. Zira sokaktaki kitlenin en büyük özelliği o ?baba?yla hesaplaşmaya niyetli olması. Devlet otoritesini ülkenin en büyük meydanını ona günlerce kapatacak kadar sınayan bir kitleden bahsediyoruz. Atatürk bayraklı gençlerin Kürtçe slogan atması dahi kendi babalarıyla bir hesaplaşma aslında. Sokak hareketinin tonunu gençlerin ve kadınların belirlemesi bana hiç de tesadüf gibi gelmiyor. Bu hareket Erdoğan?ın şahsında vücut bulan ?ülkenin babası? kavramına karşı duruyor.
Türkiye?de süregelen demokrasi açığını kaparak bu kitlelere yapısal temsiliyet kazandıracaksanız, siyasi yapılarda babalara verilen desteği yok ederek başlamak zorundasınız. Erdoğan?ın cisimleştirdiği AKP ile Baykal döneminden itibaren ?korkudan sığınılan baba? rolünü kendi kendine biçen ve yıllardır bunun ekmeğini yiyen CHP bu değişimin önünü tıkıyor. Bu iki siyasi heyhüla kırılmadan gerçek bir değişim çok kolay değil. Neyse ki iki partinin de bölünme potansiyeli (AKP Erdoğancılar-Gülcüler, CHP ulusalcılar-demokratlar olmak üzere) gayet yüksek.
Ülkenin hep varsayıldığı gibi güçlü ve istikrarlı bir siyasi yapıya ihtiyaç duymadığını, hatta bunun Türkiye?ye yaramadığını düşünüyorum. Hele ki günümüz Türkiyesi, çoğunluk diktasından çok çoğulculuğa ihtiyaç duyuyor. Bunun siyaset alanındaki yansıması daha çok siyasi partinin ve daha çok seçmenin temsil edildiği bir parlamento ve hatta siyasi iktidar. Şu an Türkiye?nin bir koalisyonla yönetilmesi hiç de fena olmaz örneğin. Mesela şöyle bir senaryo düşünelim; Abdullah Gül liderliğinde AKP?den kopan ılımlılar, CHP?den ayrılan demokratlar ve BDP?nin koalisyonu. Böyle bir hükümet formülü tamamen seçimlere ve parlamentoya sıkıştırılmış Türkiye demokrasisinde hem dengeyi sağlar, hem de sokağın taleplerinin karar alım süreçlerine etkisini arttırır. Tabii böyle bir formülün gerçekleşmesi için ya partilerin seçim sonrası bölünmesi ya da seçim öncesinde anti-demokratik seçim kanunlarının değişmesi gerekir. Partilerin bölünmesinin zamanlamasını ayarlamak pek mümkün gözükmediğine göre sokağın taleplerini seçim kanunlarının, özellikle de barajın değişmesine odaklamak çok daha hedefe odaklı gözüküyor. Ayrıca gerçek bir demokratik hedefin konmasının halk hareketinin sönümlenmesinin de önüne geçeceğini düşünüyorum.
Bunlar başlıkta da söylediğim gibi Türkiye siyaseti üzerine deli saçması tezler. Neyse ki bu ülke deli saçması işlere bir hâyli alan tanıyor. O yüzden içime atıp da sonra pişman olmak istemedim. Belki ve umarım tartışmalara bir katkısı olur. Herkesin fikrini söyleyebiliyor olması, şu son bir ayın en büyük kazanımı zira. Herkes, ben de dahil, bu ülkenin şu an olduğundan daha iyi olabileceğine inanmaya başladık ve bunun bir parçası olmak istiyoruz. Bu kötü bir şey değil ve bir sürü taşın arasından çıkacak bir avuç pirinçle de pilav yapmak mümkün. Benim bu tabağa katkım pirinç değil taş olduysa da lütfen bu meyanda idare edin.
Koalisyon hükümetinlerinin denenmisligi ortada..bence suanki iktidarın yanlis politikalarının kendisine ve ülkeye verdiği Zarari bir şekilde görmesini sağlamak hedef olmalı. ..yerel seçimlerde istanbulu kaybetmeleri bunu sağlayabilir