Türkiye’de insanlar sabırsızlıkla seçim gününün gelmesini bekliyor, oysa yüz binlerce Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı için o gün geldi geçti bile. Yurt dışındaki seçmenlerden bahsediyorum. Aralarında benim de olduğum 1 milyon 500 bine yakın ‘gurbetçi’ oyumuzu kullandık, karışık duygularla Türkiye’den gelecek haberleri bekliyoruz.
Bugün biraz bu konudan bahsetmek istiyorum. Hem 10 yıla yakındır Türkiye dışında yaşayan biri olarak gözlemlerimi hem de bu yaz aylarında yayımlanacak bir akademik araştırmamın bulgularını aktarmak, gurbetteki durumun Türkiye’den daha rahat anlaşılmasına yardımcı olabilir.
Türkiye, bir diaspora ülkesi. Bu yeni bir şey değil. Modern Türkiye projesinin doğuşu bile, Osmanlı’nın son döneminde yurt dışına giden Türk entelijansiyasına bağlanabilir. İkinci Abdülhamid’in istibdatından kaçanlar, Batı’da edindiği milliyetçilik, pozitivizm, modernite, lâiklik gibi fikirleri Osmanlı’ya taşıyarak imparatorluğun sonunu hazırladı.
Öncelikle, net bir konunun altını çizelim. Oy kullanmak anayasal bir hak, demokratik bir cumhuriyetin vatandaşı olmanın en doğal getirisi. “Yurt dışındakiler oy kullanmasın” türünden faşizan önermeler, demokrasiye zarar veriyor. Zira oy kullanmayı bir kez keyfi sınırlara bağlarsanız o iş ten renginden cinsiyete, eğitim durumundan gelir seviyesine kadar her yere gelir dayanır. Bunun örneklerini, Amerika’da yıllardır süren beyaz olmayanlara oy kullandırtmama denemelerinde görebilirsiniz.
Kaldı ki yurt dışında olmak TC vatandaşlığının ödevlerinden muaf olmak anlamına gelmiyor. Özellikle çifte vatandaş olmayanlar için, her şey bir KHK ile pasaportunun iptal etmesine bağlı yaşanabiliyor. Bunun örneklerini Barış Akademisyenleri yaşadı mesela. Şimdi bu insanların kaderinin Türkiye’yi kimin yönettiğine bağlı olmadığını söylemek büyük terbiyesizlik. Çifte vatandaşlık ise ayrı bir tartışma konusu, ama bunun oy vermek üzerinden değil, genel olarak tartışılması gerekir ki kaş yaparken göz çıkarmayalım.
Dahası, eğer yalnızca Türkiye vatandaşıysanız zaten yaşadığınız ülkede belediye seçimlerine bile katılamıyorsunuz. Kendi ülkeniz için de oy veremezseniz bu, demokratik katılımın tamamen dışına atılmanız demek.
Diğer yandan, tek bir Türkiye diasporası yok, Türkiye’nin diaspora toplulukları var. Zira Türkiye yekpare bir toplum değil, vatandaşı yurt dışına gittiğinde de bu durum değişmiyor. Bir çırpıda pek çok farklı toplumsal katman saymak mümkün; 1950’lerden itibaren köylerden kalkıp işçi olarak gidenler, kaçak gidenler, siyasi göçmenler, sığınmacılar, eğitim için giden orta sınıflar… Bu kategoriler bile kendi aralarında çok parçalı. Aynı yerden kalkıp aynı yere gidenler bile bazen farklı nedenlerle birbirinden farklı yaşayabiliyor. Mesela aynı köyden gelen bir aile korucu ailesiyken diğerinin hapiste birçok siyasi tutsak akrabası olabiliyor. Aynı şekilde, Maraş katliamından kaçan da var, 28 Şubat’tan da…
Diaspora toplumları, yalnızca kültürel, siyasal, toplumsal kriterlere göre bölünmüyor. Kuşak farkları da önemli rol oynuyor. Yazının ilerleyen bölümlerinde aktaracağım üzere birinci kuşakla, yani Türkiye’den kalkıp gidenlerle, orada doğan ikinci ve üçüncü kuşakların hikayesi çok farklı olabiliyor.
Türkiye’den bakınca, özellikle de her şeyin toplanıp bir sepete konduğu sosyal medyada, bunun böyle göründüğünden hiç emin değilim. Kafalarda daha ziyade çok köşeli bir gurbetçi karikatürü var, Türkiye’de yaşamaktan bunalındığında ara ara bu ‘çöp adam’ dövülerek stres atılıyor. Bu karikatür, bir eli yağda bir eli balda, gittiği ülkenin devletinin yardımıyla yaşayan, orada yardımları kesilmesin diye solu destekleyen ama Türkiye’de tam tersi en gerici politikaları savunan bir gurbetçi tiplemesi. Ha, böyle bir insan türü yok mu, var, epeyce de var. Ama toplam sayısı 4 milyonu bulmuş bir insan topluluğunu bu kadar sığ bir tiplemeye indirgemek doğru değil.
Türkiye kökenli her diaspora topluluğunun kendi dinamikleri var. O dinamiklerin içinde aldıkları farklı pozisyonlar da var. Mesela, Türkiye kökenli toplulukların çok yoğun yaşadığı mahallelerde, zengin patronların da öldüresiye sömürdükleri işçilerin de aynı köyden geldiğine şahit olabilirsiniz. Şimdi bu iki tarafı aynı kefeye nasıl koyabiliriz ki?
Diğer taraftan bu genellemeler, hiçbir mantığa ya da veriye dayanmıyor da değil. 2018 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yurt dışı oylarına baktığımızda Recep Tayyip Erdoğan yüzde 60.2 oy almış. Muharrem İnce’nin yüzde 24.5, Selahattin Demirtaş’ın ise yüzde 11.71 oyu var. Yani Türkiye ortalamasına kıyasla, İnce’nin yüzde 5.5, Demirtaş’ın ise yüzde 3 oyu Erdoğan’a kaymış.
Ama mesele bununla bitmiyor. Oy oranları dışındaki rakamlar, durumu derinlemesine anlamak için bir kılavuz rolü oynuyor. 2018’de yurt dışı seçmen sayısı 3 milyonun biraz üzerinde, kullanılan oy sayısı ise 1 milyon 350 bin. Yani katılım oranı yüzde 45’in az altında. Oy verme hakkı olup da kullanmayan 1 milyon 600 bin kişi var aşağı yukarı. Yani Türkiye’dekinden sapan oy sayısı 100 bin civarı. Yurt dışı oylarının toplamı Türkiye ortalamasından biraz muhafazakar bir Anadolu şehri kadar sapıyor, daha fazla değil. Türkiye’de yurt dışı oyu denince yalnızca Almanya akla geliyor ama mesela AKP’nin yüzde 15-20 arası oyu zor topladığı İngiltere gibi yerler de var.
Bugün bu sayıların biraz değişeceğini şimdiden öngörebiliyoruz. Türkiye, sürekli olarak dışarıya siyasi nedenlerle göç veriyor. 2013’ten itibaren Türkiye’den çıkanlar, yeni bir diaspora oluşturmuş vaziyette. Bu yeni birinci kuşak, Türkiye siyasetine, diğer tüm diaspora kategorilerine kıyasla daha angaje. Önemli bir kısmı Türkiye’deki otoriter rejim bittiği zaman dönmenin hayalini kuruyor. Ayrıca, eski kuşaklara göre sandık kurulan büyükşehirlerde yaşama oranları daha yüksek. Bu kuşağın seçime katılım oranı da oyunun yönü de eski kuşaklara göre farklı olacak. Benim tahminim, sonuçların Türkiye ortalamasından yine Erdoğan lehine biraz farklı, ama aradaki farkların eskisinden az olacağı yönünde.
Diğer taraftan, AKP, MHP ve HDP dışındaki partilerin yurt dışındaki çalışmalarının cılızlığına değinmek gerekir. Özellikle CHP, yıllarca bu alanı boş bıraktı, yurt dışında oy kullanmanın başladığı 2014’ten beri, sandık kurullarında bile yeterince üye bulundurmayı beceremedi. Kendi yaşadığı yerde ayrımcılığa uğrayan Türkler, yanlarında bunu dini ve milli sömürüye alet eden AKP ve MHP’yi buldu. HDP dışında sol politika üreten olmadığı gibi, yurt dışındaki Kürt siyasetinin Türkiye’dekine kıyasla çok daha içine dönük olması nedeniyle bu da genele çok etki etmedi. Şimdilerde CHP ve TİP’in bu durumu biraz değiştirmeye çalıştığını görüyorum. Ama bu çalışmaların hedef kitlesi yine neredeyse yalnızca 2013’ten sonra gelenler. Diğer kitlenin onlara oy vermeyeceği neredeyse kesin gibi görülüyor sanki.
Şimdi biraz da o 2018’de oy kullanmayan ve muhtemelen bu seçimde de kullanmayan neredeyse 2 milyon kişilik o kitleye bakalım. Sandık çıkış anketi yapılmadığı için bu kitlenin demografisini tam olarak bilmek mümkün değil, ama başka verileri dikkate alarak bu insanların ağırlıklı olarak üçüncü kuşaktan gençler olduğunu söylemek çok yanlış olmaz.
Bu gençler, yalnızca Türkiye siyasetiyle değil, genel olarak siyasetle de ilgilenmiyor. Çifte vatandaşların, yaşadığı ülkenin seçimlerinde oy kullandığı da çok şüpheli. Ama bu Türkiye’yle alakasızlar demek değil. Türkiye, hiç yaşamamış dahi olsalar, bir mit olarak kafalarında duruyor. Diaspora çalışmaları literatürünün en klasik konseptlerinden ‘dönüş miti’nin, yani gelenlerin kafasında ölünceye kadar geldiklere yere dönme hayalinin olmasının dönüşmüş biçimi bu. Aynı zamanda, doğdukları ülkede yabancı oldukları için hor görülmenin ve bu dönemin gençlere yoksulluktan başka bir şey vaat etmemesinin sonucu bu mit. Benim gerek gözlemlerim, gerekse yaptığım araştırmanın bulguları aynı şeyi söylüyor; bu kuşak politikanın yalnızca kendisine doğrudan dokunan kısmıyla ilgileniyor, kalanını gündelik hayatla dolduruyor.
Bu vesileyle, yaptığım araştırmayı size biraz anlatayım. 2018 seçimleri öncesi, Sciences Po Paris’te doktora sonrası araştırmacı olarak çalışırken, Fransa’da yaşayan Türkiye kökenlilerin Twitter üzerindeki etkileşimleriyle ilgili bir proje üzerinde çalıştım. Bu etkileşimleri hem etkileşime girdikleri kullanıcılar üzerinden, hem de kullandıkları anahtar kelimeler üzerinden Sosyal Ağ Analizi denen matematiksel metodu kullanarak bir ağ grafiğinde görselleştirdim. Bu çalışma, önümüzdeki günlerde Routledge yayınevinden çıkacak ‘Middle Eastern Diasporas and Political Communication’ (Ortadoğu Diasporaları ve Siyasal İletişim) kitabında yayınlanacak. Araştırma bulgularının olduğu grafikleri ise benim sitemden görebilirsiniz.
Örneklemdeki kullanıcıların, tüm Twitter üzerinde diğer kullanıcılarla retweet, alıntı, cevap gibi yöntemlerle kurduğu etkileşimleri Sosyal Ağ Analizi kullanarak görselleştirdiğimde, iki büyük küme ve bir de birkaç farklı küçük kümeyi içeren bir küçük küme buldum. Doğrudan siyasi etkileşimler, yalnızca bu üçüncü kümede yer alırken Türkiye ile doğrudan siyasi etkileşimler, o kümenin de en küçük alt kümelerinden birinde (Küme 910) yer alıyordu.
Yani, Türkiye siyasetiyle ilgili etkileşimlerin genel ağ haritasının yalnızca çok küçük bir kısmını temsil ettiğini söyleyebilirim. Bu Türkiye’deki durumla tamamen çelişiyor; biz Twitter’da çok daha fazla siyaset konuşuyoruz. Bu üçüncü kümede siyasi olabilecek bazı etkileşimler ve Fransa siyasetine yönelik etkileşimler de var.
Birinci ve ikinci büyük kümeler ise tamamen gündelik yaşam ve futbola dönük. En büyük küme, 80 numaralı küme, günlük yaşama yönelik paylaşımlar, onlara gelen etkileşimler, bunun yanında başta televizyon dizileri olmak üzere, popüler kültür ürünlerini içeriyor. 41 numaralı küme ise Türkiye, Fransa ve dünya futboluna dair etkileşimler içeriyor. Bu iki kümede, 910 numaralı kümeden tamamen farklı olarak, Fransızca ve Fransızca-Türkçe karışık twitler ağırlıkta. Gerek dil farkı, gerek konu farkı, aynı zamanda kuşak farkını işaret ediyor ki kullanıcılara baktığımda da bu durumu gözlemleyebildim. Türkçe yazıp Türkiye siyasetinden bahsedenler daha yaşlı kullanıcılar. Diğer büyük kümeler ise genç ağırlıklı. Muhtemelen bu kümelerde bulunan pek çok kullanıcı 2018’de oy da kullanmadı.
Anahtar kelime bazlı etkileşimlerde daha da ilginç bulgular var. Grafikte turuncu gözüken büyük küme ağırlıklı olarak Fransızca ve ‘aile’, ‘kadın’, ‘erkek’, ‘araba’, ‘yemek’, ‘aşk’ gibi anahtar kelimeler içeriyor. Futbol ağırlıklı mor ve yeşil kümeler ise Türkiye ile daha bağlantılı. Türkiye’deki kulüpler burada ağırlığı çekiyor. Mavi küme ise siyasi kelimelerin olduğu küme. Bu küme merkezden giderek dışarı doğru açılıyor, yani o ilk grafikteki 910 numaralı kümenin küçük dünyasına doğru. Bütün kümelerin merkezinde ise milliyet ve din var, ‘Türkiye’, ‘Fransa’, ‘İsrail’, ‘Filistin’, ‘Allah’, ‘amin’, ‘Müslüman’ gibi…
Bu bulgular üzerinden sonuçlara varmak, araştırmanın sınırlarının dışına çıkar ama Fransa’da geçirdiğim altı yıl ve Türkiye kökenli diaspora topluluklarına ders verdiğim dönemdeki gözlemlerime dayanarak bazı kısıtlı yorumlar yapabilirim.
Birincisi, genç kuşak Türkiye’yle sınırlı bir ilişki kursa dahi, Fransa’da işler ters gittiğinde Türkiye’yi bir opsiyon olarak görüyor. Mesela özellikle başörtülü olduğu için iş bulamayan genç kadınlar, Türkiye’yi bir umut kapısı olarak görebiliyor. Aynı şekilde kendi mahallelerine sıkışmış genç erkekler de Fransa’da kavuşamadığı sosyal hayatı Türkiye’de yaşayabileceğini düşünüyor. Mesela lise bitirme sınavlarında Türkçe jüriliği yaptığımda, neredeyse bütün öğrenciler, Türkiye’de yaşama hayalleri kuruyordu. Bu gençlerin, Türkiye’deki koşulları olduğundan daha iyi gördüğü, Türkiye’de ne kadar zorlanabileceğinden fazla haberdar olmadığı söylenebilir. Fransa’da meslek lisesi bitirmiş olmanın, Türkiye’deki rekabetçi iş ortamında pek de bir anlamı olmadığından haberdar değiller. Türkiye ile ilgili bilgileri tatildeki hoş anılardan ibaret. Ama neticede bu bir mit ve kafalarında bir seçenek olarak duruyor.
Türkiye hakkındaki bütün bilgi eksikliklerine ve Türkiye siyasetine mesafelerine rağmen bu kitle örgütlenemez bir kitle değil. Zira hayalleri var ve bunu ne Fransa’da ne Türkiye’de ifade edebilecekleri fazla bir kanal yok.
Fransa özelinde, Fransız siyasi partileri göçmenleri örgütleme konusunda son derece başarısızlar. Bu genç kitleye ulaşmak için de bir şey yapmıyorlar. Din ve milliyetin hayatlarındaki rolü nedeniyle Türkiye’den de AKP ve MHP, eğer Kürt iseler HDP onlara ulaşabiliyor. Ama onlar da fazla ulaşamıyor olacak ki oy kullanma oranı bu kadar düşük kalıyor.
Sözün özü, 2 milyon civarında boş oy var. Özellikle, sendikal mücadelenin hem iş yerlerinde, hem okullarda çok güçlü olduğu Fransa gibi ülkelerde Türkiye partilerinin siyasete dahil olabileceği yığınla imkan demek bu. Bu fırsat, gerek tembellikten, gerekse yerleşmiş ezberlerden dolayı kullanılmıyor.
Diğer taraftan, diasporadaki Türkiye siyasetini çok daha fazla canlandırabilecek bir olası düzenleme, diaspora milletvekilliği uygulaması olabilir. İtalya, Fransa, Hırvatistan, Portekiz, Kuzey Makedonya, Tunus ve Cezayir gibi yurt dışında diaspora toplulukları olan birçok ülkede bu uygulama mevcut. Mesela, beş milletvekilliği yurt dışı oylarına kontenjan olarak ayrılabilir, böylelikle hem şu anki uygulamadaki gibi yurt dışı oyları Türkiye’nin herhangi bir ilinde sonuçları değiştirmez, hem de yurt dışında yaşayan vatandaşların Türkiye’deki temsiliyeti sorunu ortadan kalkar. Belli partiler dışındaki partilerin tembelliği de belki bu yolla sona erer.
İlk olarak https://www.diken.com.tr/ucu-yanik-gurbet-mektubu-icinde-oy-pusulasi/ adresinde yayımlanmıştır.
İlk Yorumu Siz Yapın