Bahar yerini yaza bırakmaya başlayınca bizim ev dayanılmaz oluyor. Hele akşam güneşi vurdu mu, salonda oturmak imkansız, insan kilo düşmeye başlıyor vallahi. Mecburen balkona kaçıyoruz, zaten küçücük ev, başka kaçacak yer yok; ya balkon, ya da küveti doldurup içine oturacağız. Balkonda hamak var onda yatıyorum, yere de kediye yer yaptım, başına güneş geçmesin diye su serpiyorum, o da orada yatıyor. Dayanılmaz değil ama yine de boğucu.
Bir gün yine böyle balkona serilmişken kapı çaldı. Ama böyle bir kapı çalmayı daha önce işitmiş değilim. Bir tarafta kibarca zile basılıyor, diğer taraftan sertçe kapı vuruluyor. Aksak ritmle ve sinir bozucu şekilde…
Bu kapının bu şekilde sonsuza kadar çalacağı yok, tabii bakacağım, zaten bir an önce bu kapı çalma kılığındaki kakofoninin bitmesi taraftarıyım. Yalnız hamaktan inmek ve bunu kediye basmadan yapmak biraz zaman alıyor.
Kapıyı açtığım zaman karşımda daha önce görmediğim adamlar buldum. Arkadaki ikisi kahverengi üniforma giymiş, eski bekçi üniformalarına benziyor, yalnızca biraz daha modern. Öndekinin üzerinde aynı renk pardösü var -evet, bu ayda-, güneş gözlükleri de kahverengi.
?Biz, Zararlı Cereyanlarla Mücadele Şubesi’nden geliyoruz? diyor.
Hangi zararlı cereyandan bahsettiğini merak ediyorum. Bu ev, zararlı olsun olmasın biraz cereyan yapsa balkonda oturur muydum ben?
?Evinizde tronşonist tespit ettik.? diyor.
Neresinde ne tespit etti acaba? Yeri güzel diye bir kamyon yükü para ödediğim bu küçücük evde bir şeyi gözden kaçırmak imkansız. Her şeyi tespit süresi zaten on beş saniye. Benim göremediğim şeyi nerede görmüş acaba bu daha önce hiç görmediğim kahverengi adamlar?
?Dairenizin altındalar. Orada kamp kurmuşlar, bakın burada raporumda yazıyor. Siz evde yokken çıkıp evinize yerleşiyor, zararlı faaliyetlerini planlıyorlar. Siz gelene yakın, kamplarına dönüyorlar.?
Benim bildiğim benim dairenin altı binanın temeli. Altımda daire yok, kömürlük yok, garaj yok, hiçbir şey yok. Hem nasıl giriyor ki bu tronşonistler ben yokken evime?
?Döşemelerden sızar onlar? diyor. ?Parkelerden geçip sonra şişip asıl hâllerine dönüyorlar?.
Kahverengi pardösülü adamla tartışmaya gelmiyor. Zaten tartışmaya giremiyorsunuz, bir şey söylememeniz gerektiğini anlatan görünmez bir duvar var aranızda. Ne söylerlerse kuzu kuzu inanmak, uygulamak, devamlı ‘hazır ol’da durmak zorundasınız. Yoksa…
ZCEMÜŞ’ün emir-komuta zincirine dahlim bu şekilde gerçekleşiyor. Kediyi, maazallah çatışma arasında kalır filan diye anneme gönderiyorum, sahi kedi hiç görmemiş mi bu tronşonistleri ben evde yokken? Yoksa yardım ve yataklık mı etmiş? Onun yatağına sığmaz ki tronşonistler, gerçi parkelerden geçiyorlar diyor baksana.
Benim görevim artık hayatımı verilen programa göre yaşamak olmuştu. İstendiği zaman evden çıkıyor, saat kaçta gerekiyorsa o saatte eve giriyordum. Eğer programda eve gelmem yazılıysa, dışarıda kalamıyordum. Dışarıda kalmam gerekiyorsa, oyalanacak bir şeyler bulmam gerekiyordu. ?Kendi kendinize Portekizce? CD’leri aldım, etamin işlemeye başladım. Bir parka gidip eve dönüş saatime kadar bunlarla uğraşıyordum.
Derken bir gün motosikletle eve gelirken -ZCEMÜŞ benim geldiğimin duyulabilmesi için motosiklet kullanmamı istiyordu- onları gördüm. Karşıdan gelen arabanın farı evimin altındaki boşluğa vurdu ve düzinelerce çocuk gördüm. Bana bakan, beni gören çocuklar. Onları görmezden gelmek istedim ama gözlerini bana dikmişlerdi. Aç olmalıydılar.
Evden yiyecek alıp onlara verebilmek için kapıya koştum. Kapıyı araladığımda içeride büyükler oturuyordu, kapıyı açtığım an onları gördüm, görür görmez de kapıyı kitleyip kaçmaya başladım. Beni görmediklerini umut ediyordum. Ama görmüşlerdi, arkamdan gelen silah sesleriyle yarışıyordum. İşin tuhafı önümden de silah sesleri geliyordu. Üstüme gelen mermilerin arkamdan gelenlerden pek farkı yoktu.
O sırada kahverengili adamlardan biri beni kenarda toplanmayı bekleyen çöp torbalarına savurdu. Seslerin kesildiğinden emin olana kadar kafamı torbaların arasından çıkarmadım. Yalnızca beş-altı tanesinin evime girdiğini gördüm.
Evin altından bana bakan çocuklar, on dakika sonra sonsuz uykularında çıktılar içeriden. Onlar da artık toplanıp götürülmeyi bekleyeceklerdi. Kahverengili adamlardan biri elini bir beze silerken bana bakıp ?işte bak, bunları bu kadarken temizlemezsen parkeden geçip büyüyorlar? dedi.
Komşum hanım geldi o sırada, selam verdi. Beni dinlemeksizin, sokakta olan bir şeyleri anlattı, ?canım bu çocuklar da ne acımasız oluyor? dedi, evin eski sakinlerini ancak üzerlerine basıp düşmemesine yetecek kadar fark etti. Kahverengili adamlara bir şeylerinin olup olmadığını sordu, ağzının içinde ?lanet?li bir şeyler söyleyip içeri girdi.
Gerçekten de acımasız oluyor çocuklar. Vaktinde karartmazsan hayatlarını, parkelerden geçip canımıza okuyorlar.
İlk Yorumu Siz Yapın