Tıklım tıklım bir voleybol sezonu yaşıyoruz. Ligler son hızıyla devam ediyor, Avrupa’da ise artık kupaların sahibini bulmasına günler kaldı. Türkiye, ilk kez dört takımla katıldığı Şampiyonlar Ligi’nde maalesef dişe dokunur bir başarı yakalayamadı, Vakıf-Güneş’in dörtlü finali de olmasa tam anlamıyla kayıp bir sezon olacaktı. Kadınlarda (neden ?bayanlar? demediğimi başka bir yazıda gerekçeleriyle tartışmayı düşünüyorum) Türkiye gibi üç takımla başlayan İtalya, üç takımını da altılı playoff’a getirdi, birbirlerine düşmeseler belki dörtlü finale de ailecek geleceklerdi. Kaldı ki erkeklerde de iki İtalyan takımı dörtlü finale yükseldi. Zaten iki tarafta da formül aynı; evsahibi takım, iki İtalyan artı bir Rus takımı. Bunun çok da şaşırtıcı olduğunu düşünmüyorum. Pos bıyıklı meşhur bir adamın yıllar önce teorisini çizdiği gibi altyapı, üstyapıyı belirliyor. Altyapısı olmayan ülkelerin yolda döküldüğü bu sezonda, geriye düşenler açıklamayı metafizikte arayabilirler, lâkin pos bıyıklı adamcağızı mezarında ters döndürmenin anlamı yok. Altyapısı olmayanın üstyapısı da olmaz.
Bu sezon en sıklıkla tartıştığımız konulardan birisi, yabancı sayısı oldu. Bu konuda fikirler sayısız, ?dünyanın tüm voleybolcuları birleşin? kâbilinden enternasyonalist sınırsız yabancı uygulamalarından, ?büyük dedesi Trabzon’da pide yememiş olmayan ligde oynayamasın? gibisinden radikal tedbirlere kadar her görüşün alıcısı var. Ben de eksik kalır mıyım (kalmam), hemen bu hafta karşımıza çıkan iki örnekle kafaları biraz daha karıştırayım, çorbanın kıvamını iyice boza çalayım istiyorum. Bu hafta; kadrosunda hiç İsviçreli olmayan ve şampiyonluk hayalleriyle sezona başlayan Volero, Asystel Novara karşısında sahadan silinmek suretiyle rüyadan uyandırıldı. Diğer taraftan, liberosu dışında hiçbir Fransız oyuncusu olmayan Beauvais tarihinde ilk kez Fransa Kupası’nı aldı. Buyrun bakalım, iki görüşe de nazar boncuğu! Hangisi işinize geliyorsa gönül rahatlığıyla kullanabilirsiniz. Hatta biraz daha çomak sokmak isterim; iki yabancı sınırlaması getiren Rusya mı daha başarılı, yoksa Adam Smith-vari ?bırakınız yapsınlar efendim?ci İtalya mı? Kafaları bu kadar karıştırdıktan sonra, kaçıp gitmek değildir niyetim. Aksine konuya doğrudan girmek istiyorum. Efendim; herhangi bir atlas açılıp bakıldığında da görülecektir ki; Türkiye, Rusya ya da İtalya değildir! Kaldı ki, mesele coğrafi olmaktan da öte, bir altyapı meselesi. Rusya, iki yabancıyla bu işi gayet güzel götürebilir, götürüyor da. Sovyetler yıkılırken küpü dolduran milyonerler, parayı da benzin pompasıyla akıtınca, o iki yabancı Stanley-Ball olur, bir Rus yıldız ve o devasa altyapıdan dört-beş oyuncuyla dört başı mâmur bir takım kurulabilir. Rusya’da spora aktarılan parayı açıklamanız mümkün değil. On beş yıl önce bu paralar, halkın devlete emanet ettiği, devletin de kurda kuşa yem ettiği paralardı. Serbest piyasa dediğimiz sistem, bu hafiften karanlık paranın gelişini hesap edemedi, bir gün yıkılan duvarların ardından petrol ve doğalgazın fışkıracağını sezemedi. Yaşanan global köşe dönücülüğün belki de en fazla etki gören alanlarından biri spor oldu. Şöyle düşünün, kucağınıza bir gün birkaç yüz milyon dolar düşüyor, kendinize oyuncak olarak spor kulübü almayı düşünmez miydiniz?
İtalya’da bu iş böyle olamaz, olmuyor. İtalya, voleybolun NBA’i gibi. Profesyonellik had safhada, bütün maddi akışın bir izâhı mevcut. Sponsorlar, TV yayınları, gelir-gider dengesi vs. Böyle bir piyasada canlı kalabilmek için hareket etmek zorundasınız. Kendi yağınızda kavrularak elde edebileceğiniz başarıların bir haddi olacaktır. Ama İtalya, bunu kaldırabilecek altyapıya ve voleybol geleneğine de sahip. Novara-Volero eşleşmesi bu bakımdan çok eğitici oldu. Bir sürü yabancısı olan ve örneğin Hırvatlar’ın gözü gibi baktığı Popoviç’i maç başına beş dakika oynatan Novara’da, aynı zamanda İtalya’nın en iyi birkaç millî takım oyuncusunun ve daha da önemlisi her maç mutlaka şans verilen birkaç genç yeteneğin olduğunun farkında mıyız? Aynı şekilde bir diğer dörtlü final takımı olan Perugia’da Francia kenara alınarak oyuna sokulan Decordi’nin nasıl bir yetenek olduğu gözden kaçabilir mi? Hem Francia, hem Decordi, formül bu galiba.
Bir önceki paragrafın başına dönüyorum. Biz, İtalya ya da Rusya değiliz. Ne öylesine profesyonel bir ligimiz, ne de yıllarca devlet tarafından çeliğinden çimentosundan hiç çalınmadan temeli beslenmiş bir voleybol ekolümüz var. Biz, başka bir şeyiz. Mesela, Avrupa’da şampiyon olacak takım çıkarabilen, ama lig şampiyonu olan kulüplerinin neredeyse yarısının kapanışına şahit olmuş bir ülkeyiz. Bu yüzden, İtalya’nın ya da Rusya’nın uyguladığı formülü kopyalayarak başarısını da alacağımızı sanırsak, gaflete düşmüş oluruz. Kazara sınırsız yabancı hakkı verilse Türkiye’ye getirilecek oyuncuları düşündükçe başıma ağrılar giriyor. Şu anda bile ?tüm yabancıları harika, seyretmeye doyamıyorum? diyebileceğimiz bir tanecik takımımız var mı? Ben diyemiyorum açıkçası. Bu sitede Tamer Çamlıbel’in ufuk açıcı bir yazısı vardı, hatırlarsınız, bence de galiba frene biraz ama yumuşakça basmak gerekiyor. İlla sayı azaltılsın demiyorum, ama farklı formüller üzerine düşünmek zorundayız. Mesela basketboldaki havuz uygulaması getirilebilir. Belli bir yabancı sayısının üzerine çıkan kulüpler (misal Avrupa’da oynayanlar) havuza hatırı sayılır bir para yatırır, o para da yabancı sayısı o çizginin altında olan kulüplere dağıtılabilir. O zaman, yabancı sayısı sınırsız dahi olsa Sultanahmet’te dolaşırken transfer edilmiş izlenimi veren oyuncular ligde cirit atmazlar. Hem de daha mütevazi takımların kaliteli oyuncu çekecek parası olur. Hatta, belli bir tecrübenin altındaki yabancılar için istenecek ücret daha da fazla olabilir. Ama bu son önerinin çok tuhaf sonuçları olabiliyor, örneğin Portekiz Millî Takımı’nda yüz elli kez millî olmuş pek çok oyuncu bizim liglerimizde vasat kalabilir. Ama mesela Dünya Şampiyonası ya da Olimpiyatlar’da oynama şartı getirilse, bu sefer aynı Portekiz’in müthiş kaptanı Joao Jose bile o çıtayı geçemeyecek. Yani kriter sınırı getirmek biraz riskli bir iş, dahası kitabına uydurarak, yani kelimenin tam anlamıyla ?uyduruk? yabancı getirmek de olası.
Yabancı sayısı tabii ki önemli bir konu ve daha uzun uzun tartışabiliriz. Ancak şunu atlamayalım, yabancı meselesi voleybolumuzun ya da daha genel konuşalım, sporumuzun ana meselesi değil. Yabancı sayısını arttırınca İtalya olmayacağımız gibi, azaltınca da Rusya olmayacağız. Tekrar pos bıyıklı ağabeyimizi rahatsız ediyorum ama bu işin altını doldurmamız şart. Sponsorların insafına kalmış kulüplerle, dengesiz bir lig dağılımıyla bu iş ancak bir yere kadar gidebilir. Hiç yabancısız bile bu ligin kalitesini bir noktada tutabilecek miyiz, oyunculara büyük kulüplerde yedek beklemeyi yeğ tutmayıp diğer kulüplerin kalitesini yükseltecekleri dengeli bir sistem sunabilecek miyiz, bunları da düşünmek gerekiyor. Rusya’daki voleybol servetinin ülkenin her tarafına ne kadar dağıldığına küçük iki örnek; kadınlarda St.Petersburg’un mütevazi ekibi Leningradka’nın millî takımda iki oyuncusu var, erkeklerde Tataristan ekibi Kazan, Şampiyonlar Ligi’nde dörtlü finalde oynayacak. Bunların Ruslar’ın boyunun genelde uzun olmasıyla açıklanabileceğini düşünüyorsanız, Rusya’dan vazgeçtim, mesela Çin ya da Japonya olalım o zaman (on beş santim de avans verdim farkındaysanız).
Üstyapı problemleri göz alıcı şeyler, gönül ister ki sabaha kadar sınırsız yabancıları tartışalım, her sene en iyi yabancı bize gelsin, her sene bir kupa alalım. Ama değirmeni döndürecek taşıma suyu bulamadığımız zaman, o şampiyon kulüplerin bile bir anda krize girip tarihe gömülebileceklerini de göze alarak yapalım bunu. Eğer bu bedeli ödemeye razıysak, sistem sorunlarını, altyapıyı filan boşuna konuşmayalım, parası olan sonuna kadar transferini yapsın, yapamayan da kaderine ağlasın.
İşte, gözümüzün önünde, çölde ağaç yetiştirmeye çalışan Volero’nun en fazla nereye kadar varabildiğini gördük, Beauvais kadar başarılı olabilmek de dişinizin kovuğunu dolduracaksa bilemem. TEMA, sloganı için benden telif ücreti ister mi bilmiyorum ama Türkiye çöl olmasın! Şu dörtlü finalleri bir atlatalım, tekrar konuşuruz.
İlk Yorumu Siz Yapın