“Margaret Thatcher uykusunda huzurlu bir şekilde öldü” diye geçti haber ajansları. “Huzur” herhalde Margaret Thatcher’la ilgili bir cümlede geçebilecek en tuhaf kelime oysa. Onun tüm günahları küçücük bir azınlığın dizginlenemez hırslarını tatmin etmek için halk kitlelerinin canını umarsızca yakmak üzerine kuruluydu çünkü.
Thatcher’ın iktidarında nasıl yöntemlere başvurabileceği, o iktidarı ele geçiriş şeklinden belliydi aslında. 1979 kışında yaşanan grev dalgası, başta tabloid gazeteler olmak üzere sağ basın tarafından bir tür “milli felaket” olarak yansıtılmış, “hastanelerinde ölümler başlayan, ölenlerin mezarlarını kazacak kimsenin olmadığı bir Britanya” yalanı İşçi Partisi hükümetinin sonunu hazırlamıştı. Operasyon tamamlandığında, Britanya astığı astık kestiği kestik bir sağcının iktidarına onay vermeye hazırdı. Demir Leydi iş başındaydı.
Thatcher’ın ilk dönemi iktidarını borçlu olduğu sermayeye kamu kurumlarını ulufe olarak dağıtmak üzerine kuruluydu. Devlete ait en değerli kuruluşlar rehabilite edilmek yerine özelleştiriliyor; gelenler de “verimlilik” adı altında büyük işçi kıyımlarına girişiyordu. 1979-83 arasında işsizlik oranı iki katına fırlamıştı. İrlanda sorunu açlık grevleriyle dönülmez bir yola girmiş, Britanya hükümetinin kayıtsızlığı mahkum Bobby Sands’in ölümüne yol açmıştı. Ülkede hâlâ canlı olan toplumsal muhalefet Thatcher’a yol vermeye hazırlanıyordu.
Derken Falklands/Malvinas Savaşı patlak verdi. Arjantin’de günleri sayılı hâle gelen cunta yönetiminin cumhurbaşkanı Leopoldo Galtieri’nin Johnson’ın sözündeki “başka çaresi kalmayan tüm alçaklar” gibi milliyetçiliğe sarılarak Britanya’yla Arjantin arasında ihtilaf yaratan adalara çıkartma yapması Thatcher için bulunmaz bir fırsattı. Tıpkı Galtieri gibi Thatcher de son sığınağını milliyetçilikte bulmuş, emperyal nostaljileri kaşıyacak bir medya orkestrasının desteğinde ülkeyi savaşa sokmuştu. Halkın savaşa desteği yüzde 80’lere varırken 1983 seçimleri öncesi bir zafer Thatcher’a asıl hedeflerini uygulayabilmesi için gerekli şansı verecekti. Thatcher bu fırsatı kaçırmamak için her yolu denedi. Savaş bölgesi içinde bile bulunmayan General Belgrano gemisi batırıldığında 323 Arjantin askeri hayatını kaybetti. Oysa aynı saatlerde Peru Devlet Başkanı’nın hazırladığı bir barış planı taraflara sunulmak üzereydi. Thatcher, kendisine iktidara mal olacak barışı istemiyordu.
Toplam bin Arjantin ve Britanya askerinin hayatını kaybetmesine neden olan savaş, Thatcher’ı iktidarda tutmayı başardı. Demir Leydi, sandıktan aldığı desteği rakiplerini ve toplumsal muhalefeti yok etmek için kullanacak, böylelikle ülkenin neo-liberal dönüşümünün önündeki tüm engelleri kaldıracaktı. İlk mücadele etmesi gerekenin İşçi Partisi’nin siyasi ve maddi destekçisi, ayrıca sokak muhalefetinin lokomotifi sendikalar olduğunun farkındaydı. Sendikalardan kurtulmak, işçileri de savunmasız bırakacaktı. 1984’te Sendikalar Yasası’yla siyasi partilerle sendikaların bağını keserken İşçi Partisi’nin küçülmesinden sebeplenmek isteyen Sosyal Demokrat Parti de Thatcher’ın kayığına binmişti. Yasayla sendikalar siyasi alandan uzaklaştırılıyor, iç demokratik işleyişlerine müdahale edilerek örgütlenme güçleri çözülüyor, bir iş yerindeki eyleme diğer işçilerin desteği yasaklanıyordu. Sendika, bir işçi örgütünden “Kanarya Sevenler Derneği”ne dönüştürülüyordu.
Sendikalar buna karşı duracaktı. İki taraf 1984-85 Maden Grevi’nde karşı karşıya geldi. Margaret Thatcher, İrlanda Sorunu ve Falklands Savaşı’nda uyguladığı taktikleri işçilere de uygulamaktan çekinmeyecekti. Kamera sistemleriyle işçiler gözetlenecek, greve destek veren işçilerin ailelerine, çocuklarına ilaç dahi verilmeyecekti. İşçiler, yerel ve sınıfsal dayanışmalarla hayatta kalmaya çalışırken, Thatcher geri adım atmıyordu. İş toplumsal bir felakete dönüşmeye başlayınca sendikalar yenilgiyi kabul ederek grevi bitirdi. Bu, yalnızca Britanya değil, tüm dünyadaki işçi hareketleri için büyük bir kayıptı.
Margaret Thatcher, Ronald Reagan ve Amerikan muhafazakarları tarafından reçetesi yazılan bir planın tetikçisiydi. Türkiye de dahil olmak üzere, dünyadaki tüm anti-demokratik, neo-liberal, sağcı iktidarlara halkı savunmasız bırakmanın ve kamuyu yağmalamanın modelini sundu. Sendikasızlaştırmanın, polis devletinin, mahremiyet ihlallerinin, kirli savaşların olduğu bir paketi tüm dünyaya, tabii Türkiye’ye de ihraç etti. Örgütlü işçi mücadelesinin nasıl sindirileceğini, merkez solun nasıl demokratik orta oyununda bir dekor hâline getirileceğini o öğretti.
Eğer bugün Türkiye’de de insanlar taşeronluk eziyetine karşı haklarını alabilmek için özel üniversitelerin kapısında günlerce sabahlıyorsa, en barışcıl protesto hakları bile tarif edilmez bir polis şiddetiyle karşılanıyorsa, sendika ve sosyal haklar bir lüks olmuşsa, kaliteli eğitim ve sağlık paraya bakıyorsa, toplum sıradan faşizme teslim olmuşsa bunda Thatcher ve kadim dostlarının payı büyüktür. Eğer cehennem gerçekten varsa, zebaniler örgütlensin derim. Zira bunlar, bir araya gelmişken orayı bile özelleştirir.
İlk Yorumu Siz Yapın