Evrensel yenilendi malumunuz. Güzel de oldu bence. Bu yenilikler çerçevesinde sevgili Mithat Fabian Sözmen yeni bir bölüm için elini taşını altına soktu; spor basınındaki faullü hareketleri derleyip gazetenin sayfalarına taşıyacak. Şimdiden kolay gelsin. Ben olsam ağrı kesici stoğunu sağlam tutardım, lazım olacak.
Çünkü Türkiye?de medya pejmürdeliğin doruklarında. Bu öyle tesadüfi oluşan bir şey değil. Gayet bilinçli yaratıldı bu tablo.
Türkiye?de medya düzeni, giderek keskinleşen sınıfsal ayrımlara dayanıyor. Gazeteler, gazetecilerin elinden çıkıp yüz otuz farklı sektörde at koşturan para babalarının eline geçtiğinden beri bu böyle. Medyanın yeni patronları, gazeteciliği kamu için yapılan bir faaliyet olmaktan çıkarıp ticari bir meşgale hâline getirdi. Dahası kendilerine asıl parayı getiren sektörlerde onları destekleyecek güç hâline getirdiler. Medyanın iki görevi vardı artık; patronun arkasını kollamak ve ?satmak?.
Patronlar, hem 12 Eylül sonrasının neo-liberal ideolojilerinin yılmaz savunucusu oldular, hem de ihale peşinde koştukları devletin âli çıkarlarının. Yeri geldi Kardak?a bayrak diktiler, yeri geldi ölüm oruçlarında ?Sahte Oruç, Kanlı İftar? manşetleri attılar. Halkın gazını alıp, yeri geldi mi o motivasyonu misliyle başka yere kanalize etmek onların işiydi.
Türkiye?de medya bir kast sistemidir. Muhtemelen hiçbir sektörde bu kadar ağır sınıfsal uçurumlar yoktur. En alttakinin patrona ve adamlarına karşı korkusundan gıkını çıkaramadığı, örgütsüzlükten kıvrandığı bu düzende yukarıdakilerle aşağıdakilerin gerilimini regüle etmek ise ortadakilere, yani medyanın küçük burjuvalarına düşer. Bu kast sisteminde onlara biçilen rol, belli bir hayat standardı karşılığında bu düzeni makul kılmaktır. Her şeyi sorgulayabilirler ama o düzeni asla. Gazeteler, patronların eline geçtiğinden beri köşe yazarlarının sayısının ve maaşlarının sürekli artması boşuna değildir. Onlar, kendi çalıştıkları kurumdan yüzlerce kişinin atıldığı günlerde gezip gördükleri yerlerde kimsenin niye ilgileneceği meçhul kişisel anılarını yazarlar. Ancak kendileri kovulursa, bu bahsedilmeye değer bir dram olur. Yoksa plazanın üçte biri kapının önüne konulsa bile bu bir problem değildir.
Diyeceğim o ki, medyanın küçük burjuvalarının dediğine pek inanmayın, hele ki direksiyonu ısrar ve inatla sınıf reddiyeciliğine kırıp ?herkes aynı? diye tutturduklarında. Herkesin aynı olduğu, aynılaştığı filan yok. Medyadaki sınıfsal uçurumları yaratan erk, şimdi ülkedeki her şeyi avucunun içine aldı. Eskiden havuçla yaptıklarını, şimdi sopayla yapıyorlar. Eğer medyanın küçük burjuvaları vaktinde patronlarıyla büyük transfer sözleşmeleri imzalayacaklarına, altlarındaki tenkisat mağduru medya emekçileriyle dayanışmayı tercih etselerdi, bugün medyanın emek örgütleri kamu adına bu iktidarı bile korkutabilirdi.
Basın özgürlüğü, yalnızca davalarla, hapislerle ölçülen bir şey değil. Bugünkü hukuk skandalları, bu kadar zayıf ve teslim olmuş bir medya yaratılmış olmasının da bir sonucu. Normalde bir gazeteci hapse atıldığında, medya iş kolundaki sendika dünyayı iktidarın başına yıkar. Bizde sigortasız, 212?siz, iş güvencesiz, taşeron medya çalışanlarıyla neyin sendikası? Tüm medya çalışanlarının üç kuruş para için takla atmak zorunda kalan köleler hâline getirilmesi bu sessizliği yaratıyor.
Medya, Türkiye?nin en zavallı iş kolu. Biz medya çalışanları, 1700?lerin İngiltere?sindeki emekçilerin bile gerisindeyiz. O yüzden Nişantaşı/Cihangir kafelerinden ahkâm kesen, iki duruşmaya gidince devrim lideri oldum zannedip akşama Asmalı?da keyifle rakısını içen çok bilmiş köşecilere değil, metal işçilerine, otomotiv işçilerine verin kulağınızı… Çünkü Türkiye?de dikkate alınmaya değer bir muhalefet varsa, sesi fabrikalardan yükseliyor. Kısmetse sedası medyada da duyulacak bir gün.
*18 Kasım 2012 tarihli Evrensel Gazetesi’nde yayımlanmıştır.
yumuşacık patili, sipsivri tırnaklı. 🙂