Bir ön kabulle başlayalım. Olimpiyat Oyunları, sporun egemenlerinin at koşturduğu bir alandır, kuruluşundan beri. Antik Olimpiyat Oyunları’na köleler alınmazdı, modern oyunlara önce işçi sınıfı alınmadı, kadınlar alınmadı. Bugün geçmişin aristokrasilerinin kapladığı alanı serbest piyasa kaplıyor. Gerektiğinde insanları evlerinden sürüyorlar, gerektiğinde onlara zorla mal satmak için beyinlerini yıkıyorlar. Organize suç örgütlerine dönüşmüş uluslararası spor teşkilatlarıyla gözü dönmüş çok uluslu şirketler Olimpiyat Oyunları’nı sirke çeviriyor. Bunların hepsine kabul. Ama durumun böyle olması Olimpiyat’ı reddetmeyi, yok saymayı mı gerektirir? Bence tam tersine, sahip çıkmayı gerektirir.
Türkiye’de 1970’lerde kitleselleşen sol hareketler, çok kritik bir hata yaptılar. Sporu yok saydılar. Spor, halkların uyuşturulduğu lümpen bir alandı sadece. Devrimci hareketler stadyumlara, spor sahalarına girmedi; tribünlerde, kulüplerde, amatör spor ortamlarında örgütlenmedi. Bunun sonucu olarak buralar politize olmamış, ülkenin siyasi bağlamından kopuk adacıklar olarak kaldı. Sonrasında gelen 1980 darbesi, bu alanların boşluğunu kendi ideolojisini yaymak için kullandı. Spor; Türk-İslam ideolojisinin, neoliberalizmin propaganda silahı oldu. Bugün spor dünyası mafyaya, faşizan siyasete, sermayeye teslim olmuş durumda. Popülaritesiyle koca bir toplumu yönlendiriyor, egemenlerin ekmeğine yağ sürüyor. Vaktinde burada bir direniş alanı yaratılmadığı için sporun bu şekilde kullanılmasına karşı hiçbir savunma mekanizmamız yok. Biz o alanı yok saydık, biri de gelip doldurdu. Bu kadar basit.
Bu kadar büyük bir faciaya yol açmış bir tutumu, otuz sene sonra tekrar etmenin hiçbir anlamı yok. Sporu yok saymak değil; onu halkların çıkarına, insani amaçlar için kullanmak için mücadele etmek gerekir. Bunun yolu sporun dinamiklerini anlamaktan geçiyor.
Olimpiyat, egemenlerin yarattığı ve kullandığı bir araç. Ama aynı zamanda sporun en büyük evrensel buluşması. Sporu her zamankinden daha fazla sosyalleştiren bir etkinlik. Dahası sporun bağlamını belirleyen bir etken. Bugün dünyada hâlâ metalaştırılmamış spor dalları varsa bunu Olimpiyat’a borçluyuz. Amerika Birleşik Devletleri, sosyalist ülkeleri örnek alarak düzenlediği spor sistemini bugün hâlâ uyguluyorsa, NBA-NFL-NHL-MLB dışında hâlâ bir spor alanına izin veriyorsa, Türkiye dahil dünyanın birçok yerinde kadınlar spor yapabiliyorsa, parası olmayan insanlara spor yapma imkanı tanınıyorsa Olimpiyat bunun en önemli nedeni. Dünyanın her yerinde sosyal devlet aşınırken, sermayenin baskısının en ağır yaşandığı alanlardan biri olan sporda hâlâ varlığını koruyor. Bunda Olimpiyat’ın etkisini inkar edemeyiz.
Geçtiğimiz hafta Newsweek’te Amerika kadınlar futbol milli takımının kalecisi Hope Solo’yla ilgili bir röportaj vardı. Şöyle deniyordu: “Sporun kahramanları ikiye ayrılıyor. Bir asla yenilmeyen Phelps gibi süper insanlar, bir de tüm zorluklarla mücadele eden Hope Solo gibi ‘kurtulan’lar. Dört yıl önce Phelps bizi anlatıyordu. Ama belki de artık bizi Solo temsil etmeli.” Hope Solo, Vietnam’dan geldikten sonra bunalıma girmiş, eşinden boşandıktan sonra kendi çocuklarını kaçırmış, hapse girmiş, bir süre evsiz yaşamış bir babanın kızı. Bir kabusun içinden kopup gelen bir insan. Bugün Amerikalılar, “Amerikan rüyası”nın yalan olduğunu Hope Solo sayesinde göreceklerse, bu o kadar da kötü bir şey değil. Dünya, Amerika’da siyahlara yapılanları 1968 Mexico City’de Tommie Smith ve John Carlos’un havaya kalkan kara eldivenli yumruklarıyla öğrendi. Vietnam’a en güçlü tepkilerden biri bir Olimpiyat şampiyonundan, Muhammed Ali’den geldi. Aborjinlerin eşit haklar mücadelesini 2000’de Cathy Freeman duyurdu. Kadınlara, engellilere yapılan ayrımlara karşı Olimpiyat bir direniş alanı oldu. Bugün Oscar Pistorius müthiş bir hukuk zaferi sonrasında protezleriyle atletizmde yarışma hakkı kazandı. Suudi kadınlar ülkelerinde “fahişe” olarak lanetlenmelerine rağmen direndiler, Londra’da yarışacaklar. Bizim ülkemizde günde ortalama beş kadın öldürülür ve katiller ceza indirimlerinden yararlanırken, Türkiye Olimpiyat Takımının yüzde 58’i kadınlardan oluşuyor. Bu bir kafa tutma hâlidir, bu hepimizin sahipleneceği bir mirastır.
Mücadele edilmesi gereken Olimpiyat’ın varlığı değil, içinde var edildiği bağlam. Olimpiyat’ı yok etmek değil; dev spor örgütlerinin, çok uluslu sponsorların, laboratuvarlarda üretilmiş sentetik kahramanların sultasından çıkarmak gerekiyor. En güçlünün diğerlerini ezdiği bir gladyatör arenası olmaktan çıkarıp zorluklarla mücadele eden insanların halklara ilham verdiği bir alan haline geldiğini hatırlatmak gerekiyor. Olimpiyat Oyunları egemenler tarafından icat edildiyse de, onların oyuncağı olarak kalmak durumunda değil. Çok basit bir nedenle; Olimpiyat’ın içinde insan var. Oyunlarda insanlar yarışıyor, yarışmaları insanlar izliyor. İnsanın olduğu her yer terk edilemez bir mücadele alanıdır. İnsanı her koşulda savunmak gerekir.
Be First to Comment