Türkiye?de temelleri 12 Eylül sonrasında atılan ve büyük holdinglerin ?her ihtimale karşı bir kenarda bulunsun, lazım olur? mantığıyla diğer sektörlerdeki iştiraklerine garnitür yaptığı medya, otuzuncu yılını geride bırakırken doğal sınırlarına ulaşmış vaziyette. Özal döneminden beri kâh siyasi iktidara hükmeden, kâh şimdiki gibi onun dümen suyunda savrulmamaya çalışan ana akım medyanın kamunun kendisinden beklediği işlevleri görme şansı pek yok. Durum böyle olup, mecra miadını doldurunca, talep ister istemez yeni mecralara kayıyor tabii. 1980?lerin sonunda uydu ve kablo televizyonculuğu, gazeteciliğin yapılış şekline müdahil olduğundan beri belki de en büyük değişim sürecinden geçiyoruz.
Meseleye Türkiye açısından bakarsak konjonktür de bu tarz değişim rüzgarını estirmek için hayli müsait. Güçlü siyasi iktidarın otuz yıllık medya statükosunu iyice hırpalayıp yerine -Özal?ın yaptığını daha güçlü bir şekilde yeniden üreterek- kendi medyasını koyması, yargının zaten önü iktidar-sermaye işbirliğiyle alınmış özgür gazeteciliğin kalan emarelerini cendereye alması ve bütün bunların artık hissedilen bir şey olmaktan çıkıp elle tutulabilir sonuçlar vermeye başlaması, yeni mecra arayışını varoluşsal bir hâle getirdi. Buraya kadar sorun yok. Lâkin yeni medyaya kayıtsız şartsız umut bağlarken kafalarda ne var diye baktığımızda meselenin hayli sorunlu olduğunu görüyoruz.
1990?lar Türkiye medya tarihinde yeterince incelenmemiş bazı değişimleri içinde barındırdı. Hem yer yer devlet desteğiyle kurulan korsan özel televizyonlar, hem de ana akımı tabloidleştiren patron merkezli yazılı basın Türkiye?de gazeteciliğin eksenini kalıcı olarak kaydırdılar. Televizyonlar, CNN?in Irak Savaşı?nda yaptığı uydu yayıncılığından da etkilenerek hızı doğruluğun önüne taşırken, benzer bir teknoloji fetişizmini paylaşan büyük gazeteler medya organlarını hakim ideolojiyi de yaydıkları birer tüketim ürününe dönüştürdüler. Elimizde renkli ve parlak olduğu sürece gazetecilik yapmasına pek de gerek olmayan, kamunun değil bağlı olduğu holdingin ve onun beslendiği sistemi savunan medya organları çıktı. Sendikasızlaştırma, gazeteciler arasında patronlar tarafından kasıtlı olarak yaratılan sınıfsal uçurumlar ve bunun doğal sonucu olan örgütsüzlük; bir bölümü ikbale kavuşmak, diğer -ve çok daha kalabalık- bir bölümü aç kalmamak için düzene uymak durumunda olan gazeteciler yarattı. Kamuyu bilgilendirmekle görevli, dolayısıyla da en uyanık olması gereken insanlar; anormal hızlanan haber akışı, iş güvencesizliği ve kariyer kaygıları gibi nedenlerle toplumun belki de en koyunsu varlıkları hâline dönüştüler. Bu koşullarda, bu insanlarla yapılan işin gazetecilik olmasına imkan yoktu. Şu anda bu çarpık yapının en feci versiyonunu yaşıyoruz.
Şimdi gazeteciliği yeni mecralara taşıma hevesi güderken elimizde böyle tahrip edilmiş bir manzara var. Eski mecranın ömrünü doldurduğu kesin de, yeni mecranın eski sorunların kaçına çözüm bulabileceği meçhul. Haberlerin artık gazetede değil de internet sitesinde, televizyonda değil de sosyal paylaşım sitesinde yayınlanması örgütsüz ve güvencesiz gazeteciyi nasıl özgürleştirecek? Özgür medya ortamları olarak tanıtılan -ama özgürlükleri fena hâlde tartışmalı olan- yeni mecralarda üretim yapmanın gazetecilere insanca yaşam sağlayan bir modelini yaratmadıkça bunu kullanılabilir bir mecra hâline nasıl getireceğiz? Gazeteciyi blog, Twitter ya da Facebook aracığıyla evinin kirasını ödeyememe ya da çocuğuna harçlık verememe kaygısından nasıl kurtaracağız da buralarda üretim yapmak üç beş tuzu kuru muhalif Marie-Antoinette?in sınıf cahili ?gazetede yazamıyorlarsa, blog açsınlar? fantezilerinin ötesine geçecek? Eski medyanın yarattığı sınıfsal uçurumları yeni medyaya taşıyıp bu mecrayı baştan kıytırık ?kanaat önderleri?nin ego parlatma aracına dönüştürmek ne derece adil?
Meseleyi üretilen haber tarafından alalım. Eski medyanın karşısına koymaya kalktığımız yeni medyada üreteceğimiz içeriğin gazetecilik normlarına nasıl uyacağını tartışıyor muyuz? 5N1K?yı asla tamamen veremediğimiz, dezenformasyona bağrını açmış Twitter aforizmalarımız mı yeni habercilik dediğimiz? Yoksa iki tarafın görüşünü alma, istihbaratı doğrulama gibi iletişim fakültelerinin birinci sınıfında öğretilen meseleleri bile pas geçtiğimiz, oraya buraya yaydığımız içerik kırıntıları mı? İşlenmemiş istihbaratı yaymayı ?gazeteciliğin geleceği? olarak pazarlayacaksak, kameranın çektiğini anında gerçek diye iteleyen CNN?i niye eleştiriyoruz biz yirmi senedir? Bir durup düşünün, sosyal medyada şimdiye kadar konvansiyonel medyada üretilmemiş, 5N1K?sı, tarafların görüşleri, sentezi, görseli tam kaç habere rast geldiniz, ya da hiç rast geldiniz mi? O zaman oturup, her şeyden önce sosyal medyada doğru düzgün habercilik nasıl yapılabilir, bunu tartışıp bir prototip oluşturmak gerekmez mi? Tabii bir üst paragraftaki hayati sorunları çözdükten sonra…
Medya yeni olabilir, ama gazeteciliğin çözülmesi gereken sorunları eski. Tabii gazeteciliğin ilkeleri de öyle. Eğer doğru dürüst bir gazetecilik yapılacaksa önce eski sorunlar çözülmeli ve eski ilkeler hatırlanmalı. Bunları hallettikten sonra mecra bulmak o kadar da zor değil, hiçbir zaman da olmadı. Ama bunları pas geçip, yeni medyaya ulvi anlamlar yüklemek, aslında eski düzenin garabetine sırtını dayayanlara yeni alanlar açmaktan başka bir işe yaramıyor gibi. O çok hasretle beklenen yeni medya, eski bağlamın üstüne kurulduğunda da pek yeni olamıyor tabii.
İlk Yorumu Siz Yapın